Türkiye’de Kızılaycılığın kurulmasında ilk fiili adımı atan Macar asıllı bir Osmanlı albayı olan Dr. Abdullah Bey olmuştur.
Osmanlı hükümeti bu zatı, “1867 Paris Sergisi”’ ne delege olarak göndermişti. Abdullah Bey, sergi münasebetiyle Paris’te toplanan Milletlerarası Sıhhî Yardım Komitesi’ne katılmış, Türkiye’nin daimî temsilciliğine seçilmiştir. Kendisine, 19 Eylül 1867 tarihinde Milletlerarası Yardık Komitesi Başkanlığı’ndan, Osmanlı imparatorluğu içinde yaralılara yardım derneği kurulması için vekâlet de verilmiştir.
Abdullah Bey, Paris’ten döndükten sonra yaptığı teşebbüslerde karşısına iki engel dikilmişti: Haça karşı duyulan antipati ve ordu çevrelerinden gelen güvensizlik. Abdullah Bey bu sert tepkilere rağmen yılmadan çalıştı ve neticede Serdâr-ı Ekrem Ömer Paşa’nın himayesini sağladı. Devrin hükümdarı Sultan Aziz ve Pertevniyal Vâlide Sultan da teşebbüsle ilgilenerek, himaye ve teşviklerini esirgemediler. Böylece, ilk adım atılmış oldu. Kurulan ilk derneğe, ilk hamlede 43’ü doktor olmak üzere 66 üye kaydedildi. Ancak çok geçmeden 22 ağustos 1864 tarihli diplomatik Cenevre Sözleşmesi’ne imza koymanın yeterli olmayacağı, fiilen de harekete geçmenin kaçınılmazlığı açıkça anlaşılmıştı.
Kızılay’ın Kuruluşu
Bu gayretler neticesinde Serdâr-ı Ekrem Ömer Paşa’nın himayesinde ve Osmanlı Orduları Askerî Sağlık Servisleri Umumî Müfettişi Marko Paşa’nın fahrî başkanlığında ve albay Dr. Abdullah Bey’in geçici genel sekreterliğinde olmak üzere bir komite kuruldu. Buna ait protokol de 11 haziran 1868 tarihinde imzalanarak ilgili devletlerin üye derneklerine tamim edilmek üzere Cenevre’deki merkeze de gönderildi.
Protokolun imzasına rastlayan 11 haziran 1868 tarihi, Türkiye’de Kızılaycılığın fiilen kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.
Dr. Abdullah Bey
Abdullah Bey’in öyküsü bu yıllarda başlar. O 1800 yılında Kral Eduard Hammerschmidt olarak Viyana’da doğdu. Öğrenimini Viyana Akademisinde yaptı. Mineroloji, Jeoloji ve Fosil Bilim Dalında uzman olan Karl Eduard, Viyana’da bir de Ziraat Dergisi çıkarmaya başladı. Akademik çevrelerde sözüne başvurulan, ilimline güvenilen saygın bir kişilik geliştirdi.
1848’de Macaristan’da Kont Koşot’un önderliğinde başlayan Macar Ulucçu eylemlerinin yanında yer aldı. Avusturya, Macaristan’da başlayan ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastırarak Kont Koşot’u ve dava arkadaşlarını idam ettirirken 30 tane Macar, Osmanlı Devleti’ne sığındılar. Bunlar arasında bizi yakından ilgilendiren iki tanıdık isim vardır. Biri İstanbul Divan Edebiyatının ünlü kadın ozanlarından Şair Nigar’ın babası Macar Osman, diğeri ise Karl Eduard idi.
Macar hükümeti bu otuz kişiyi Osmanlı Devleti’nden resmen istedi. Osmanlı Devleti ise İngiliz elçisi Palmerston’a durumu bildirdi. Bu olayda İngilizler, Osmanlı’ların yanında olacağını söylediler. Böylece Osmanlı Devleti’de otuz kişiyi siyasi mülteci olarak kabul etti.
İngiltere 13. yüzyılda ilan edilen Manga Carta’dan bu yana parlementer düzene ve ulusçuluğa yatkın olduğundan İngiliz kamuoyunda bu tür eylemler hep kabul görüyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin bu jesti İngiltere tarafından büyük bir hayranlıkla ve taktirle karşılandı. O kadar ki Oxford Üniversite öğrencileri Osmanlı Büyükelçisinin arabasını çeken atları açarak arabayı kendileri taşıdılar.
Tüm Londra halkı büyükelçiyi çiçek ve konfeti yağmuruna tuttu. Bu olay Avrupanın ulusçu çevrelerinde Osmanlı saygınlığı artmış oldu.
Bu mültecilerin içinde bulunan Karl Eduard İslam dinini kabul ederek Abdullah ismini aldı. Osmanlı Devleti Abdullah’ı önce kaymakam (yarbay), sonra da kolonel (albay) rütbesine terfi ettirdi.
Abdullah, İstanbul Mekteb-i Tıbbiyesinde Jeoloji ve Mineroloji (Tabakatül arz-ı vel maadiin) dersleri vermeye başladı. O yıllarda tıp okulunda Fransızca öğretim görülüyordu. Çok iyi Fransızca bilen Abdullah Bey öğrenciler için mükemmel bir öğretmendi. Zaman zaman Boğaziçinde öğrencilerine ilmi geziler düzenlerdi. Bu gezilerin sonunda Boğaziçinin Devonien bir arazi yapısı olduğunu tesbit etti. Bu arada o güne kadar bilinmeyen çok yeni bir fosil buldu. Bilim dünyasında Trilobites Abdullahi adı ile tanınan bu fosil kısır, kabuklu, artroport cinsinden bir hayvana aitti. Halen onun adı ile anılmaktadır.
Abdullah Bey İstanbul’da Mektebi Tıbbiyeye bağlı bir doğal tarih müzesi de kurmayı başardı. Bu müze daha sonra Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü’ne devredildi. Fakat büyük Vefa Yangını sırasında bu müze de tamamen yokoldu. Yine Abdullah Bey bir Jeoloji ve Mineroloji kitabı yazdı. Bu kitap İbrahim Lütfü Paşa tarafından Türkçeye çevrildi.
Türk Kızılay Tarihinde Abdullah Bey’in unutulmaz bir yeri vardır. Avrupa’da Kızılhaç Teşkilatı kurularak Cenevre Sözleşmesi imzalanmıştı. Abdullah Bey, Osmanlı Devletinde de böylesi bir kurumun oluşmasına ve Osmanlıların da Cenevre Sözleşmesine imza atmasını istiyorlardı. Kendisine bu konuda, Mektebi Tıbbıye Nazırı Makro Paşa, Serdarı Ekrem Ömer Paşa, Kırımlı Öğretmen Dr. Aziz Bey, Veli Paşa ve Ethem Paşalar yardım ettiler. Böylece Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti adı ile uluslararası ilkeleri benimseyen İnsani Yardım Kuruluşu doğmuş oldu. Cemiyetin adı Cumhuriyet Döneminde büyük önderimiz Atatürk tarafından dil devrimi doğrultusunda KIZILAY olarak değiştirdi.
Abdullah Bey öldükten sonra Osmanlı Devleti onun Viyana’da yaşayan eşine emekli maaşı bağladı. Bu maaş 1928’de madamın ölümüne kadar devam etti. Hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet yöneticileri Abdullah Bey’e duydukları vefa borcunu unutmamışlardır.
Yorum Yazın