Türkiye Cumhuriyeti
Maarif Vekâletineşriyatından
Aded* : 52
Geyve** Civarında
YILANDA*** HEYELÂN****I
Te’lif ve tercüme hey’etince tab’ına karar verilmiştir
*aded (a. i. c. : a’dâd) : sayı.
İstanbulMatbaa-iâmire****** 1340 (1924)
**Geyve : Sakarya(Adapazarı) ilçesi
***Yılanda : Bağlarbaşı köyü
****heyelân : kum yığını, toprak kayması.
*****Te’lif ve tercüme hey’eti : B.M.M. döneminde 1921 yılında kurulmuş, 1926 yılına kadar görev yapmış, yerini Milli Talim ve Terbiye Dairesi’ne bırakmıştır.
******âmire : imar edilmiş, devlete ait; emir verme yetkisi bulunan kadın. bilâd-ı âmîre : imar edilmiş, yapılmış beldeler; devlet idaresindeki yerler. istabl-ı âmire : saray ahırı. (darphane-i âmire, tophane-i âmire vb.)
Matbaa-i âmire : daha sonra “devlet matbaası” ve “Milli Eğitim Basımevi”
Ahmet Müştak Hakkında :
- “Ahmet Müştak (Kargılı) Bey was born in 1865. He studied at Askeri Tıbbiye (Army Medical College), and graduated as the school’s valedictorian. Afterwards, he began working as an assistant to Mazhar Paşa, who was lecturing on anatomy at the same college. He was made a prisoner of war during the Balkan War. Following his release after the war, he began to lecture on tabakat-ül arz - (geology) at Darülfünûn (Ottoman University) until the beginning of the Second Constitutional Period. He published a book entitled Darülfünûn İlm-i arz Dersleri (Geology Lectures at Ottoman University) in 1925. He died in Istanbul in 1938.”
LateOttoman and Early Republican Science Periodicals:
Center and Periphery Relationship in Dissemination of Knowledge, Osman Recep Bahadır, H.H. Günhan Danışman,
(2005) Springer, vol 244, part V, sec. 19, s.297
- “ Aynı yerde soyadı ‘Kargı’ olarak verilen Dr. Ahmet Şevki Müştak (1865-1938) ile, Şeref Etker, “Dr. Aimé Mouchet ve Tıbbiye’de Fransız Kültürel Egemenliğinin Sonu” yazısında (s. 38, dn 18) adı geçen Dr. Hadi Müştak (1895-1935) baba-oğul olmalarına karşın soyadları farklıdır. Arziyat Müderrisi Ahmet Müştak Bey, yazılarında ‘Kargılı Kadızade’ ve ‘Kargılı Kadıoğlu’ lakaplarını kullanmış, sonra ‘Eke’ soyadını almıştır.8 Kendisinden önce ölen oğlu Tabip Binbaşı Hadi Müştak ise (1334/1918-10) ‘Kargı’ soyadını kullanmıştır.9 Müderris Dr. Ahmet Müştak Eke, Üniversite’nin kuruluşunda Fen Fakültesi’nden ayrılmıştır. Ahmet Müştak Bey’in İlm-i Arz Dersleri (1925) yayımlanmış,10 fakat yeni harflerle yayımlanmaya başladığı son kitabı olan Arziyat Dersleri tamamlanamadan kalmıştır.”11
DÜZELTME / CORRIGENDA
Osmanlı Bilimi Araştırmaları, c.VI, sayı 2 (2005) için bazı düzeltmeler Şeref Etker
Osmanlı Bilimi Araştırmaları, c.VI, sayı 2, (2005), s.192
- F.S.Tör, “Prof. Ahmed Müştak Eke”, Poliklinik, yıl 6, 1938, s. 33-34
- K. Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, c.III, II. kitap, İstanbul, Yörük Basımevi, 1981, s. 403
- AhmetMüştak, Darülfünûn İlm-i Arz Dersleri, İstanbul, Darülfünûn Matbaası, 1341/1925. Bu kitap A.K. Erguvanlı, “Türkiye'de jeoloji konusunda ilk yayınlar”, Yeryuvarı ve İnsan, c. 3, sayı 4, Kasım 1978, s. 5-12 [Bilim Tarihi, sayı 29, Mart 1994, s. 14-29] bibliyografyasında gösterilmemiştir.
- AhmetMüştak, Arziyat Dersleri, İstanbul, Şirketi Mürettibiye Matbaası, 1930 “T.C. İstanbul Darülfünûn’u Fen Fakültesi” (240 s. [15 forma])
GeyveCivarında
YILANDAHEYELÂNI
- Vaziyeti Coğrafya
- HeyelânMıntıkası
- Heyelân sahasıyla civarındaki arazinin bünye ve teşekkülâtı jeolojiyesi
- İklim
- Heyelânın bidayeti zuhûru ve tarzı cereyânı
6- Heyelânın hususiyetleri, inhidamat, tagayyürât 7- Esbâbı Heyelân
8- Netice
Darülfünûn ilmi arz müderrisi doktor Ahmed Müştak [Eke] (Kargılı, Kargılı Kadızade, Kargılı Kadıoğlu),
(1865-1938)
Darülfünûn coğrafyayı tabiî muallimi İbrahim Hakkı [Akyol], (1888-1950)
Darülfünûn suhûr ve müstehâsât muallimi Ahmet Mâlik [Sayar], (1892-1965)
İbrahim Hakkı Akyol Hakkında:
- “Ord. Prof. Dr. İbrahim Hakkı AKYOL, 6 Temmuz 1888’de Silistre’de doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini pek iyi derece ile 1900 yılında Silistre Ekaliyyet Mektebi’nde tamamlamıştır. Eğitimi boyunca büyük başarı gösteren AKYOL, devlet bursu ile Galatasaray Sultanisi’ne kabul edilmiştir. Burasını da pek iyi derece ile bitiren AKYOL, meşrutiyetin ilk yılında Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı) tarafından Avrupa’da eğitim için açılan sınavı kazanarak Lozan Üniversitesi’nde üç yıl süreyle fiziki ve doğal bilimler lisansı yapmış ve Balkan Savaşları sırasında İstanbul’a dönmüştür. Galatasaray dahil değişik liselerde öğretmenlik yapan AKYOL, 1916’da Ziraat ve Maadin Nezareti (Tarım ve Maden Bakanlığı) tarafından maden
mühendisliği eğitimi için Almanya’ya gönderilmiş, Berlin’de “Techniche Hochschule” de üç yıl kalmıştır. 1923 yılında Darülfünûn Edebiyat Fakültesi’nde Fiziki Coğrafya hocalığı için açılan sınava giren AKYOL, sınavı kazanmış ve Darülfünûn ailesine katılmıştır. Prof. AKYOL’un gerek klasik çalışmalarının, gerekse tetkik ve araştırmalarının sonuçları otuza yakın eserinde toplanmıştır. Bu eserlerin isimleri ve yayın yılları Tedrisat Mecmuasının 11. Sayısı ile Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından çıkarılan Felsefe Arkivi’nin 19 sayılı 1955 nüshasında yayımlanmıştır. Coğrafya’ya tabii bilimler yoluyla giren Prof. AKYOL, ülkemizde Fiziki Coğrafya’nın kurucusu olduğu kadar modern coğrafya fikrinin yerleşmesine çalışan öncüler arasındadır. Türk Coğrafya Kurumu’nun kurucularında, Edebiyat Fakültesi Coğrafya ordinaryüs profesörü İbrahim Hakkı AKYOL 19 Haziran 1950’de vefat etmiştir.”
Arda, A.M., 1955, İbrahim Hakkı Akyol: Coğrafya Ailesinin Büyük Kaybı, Türk Coğrafya Dergisi, sayı:13-14, İstanbul.
Darülfünûn hakkında :
“ Türkiye’de jeoloji eğitimi, tıp eğitimi içinde Askeri Tıbbiye’de on dokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren başlamıştır. Tıbbiye’deki jeoloji dersleri meslekî eğitime temel olmak üzere verilmiştir. Kuruluş teşebbüsleri 1846 yılına kadar götürülebilen ancak, kesintisiz eğitime 1900 yılında başlayan, Türkiye’nin ilk üniversitesi olan ve bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin nüvesini oluşturan, Darülfünûn’da ise, jeoloji eğitimi Fen Fakültesi’ndeki temel bilimler eğitimi içinde yer almıştır. Darülfünûn’da jeoloji araştırmalarının başlaması ise Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Darülfünûn’da görev yapan Alman bilim adamı Walther Penck’in (1888-1923) öncülüğünde olmuştur. Penck’in 1918’de İstanbul’dan ayrılışından sonra, kapatıldığı 1933 yılına kadar Darülfünûn’da jeoloji ders ve araştırmaları Ahmet Müştak (Kargılı), Ahmet Mâlik (Sayar), Ali Kenan (Esin, 1882-1961) ve Hamit Nafiz (Pamir, 1892-1976) tarafından sürdürülmüştür.”
Darülfünûn’da Jeoloji Eğitimi ve Araştırmaları (1900-1933),SevtapKadıoğlu
İstanbulÜniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Bilim Tarihi Bölümü, Laleli, İstanbul, Türkiye,.
YILANDA HEYELÂNI
1- Vaziyeti Coğrafya :
Yılanda, merkez-i kaza olan Geyve’nin şimalinde 40o,24' arzı şimalî* 30o,18' tûl-u şarkî**de kâin ve sathı bahirden 240 ve Sakarya Nehri seviyesinden takriben 170 metre irtifâ’da bulunan üç mahalleli bir karye olup yekdiğerine muvazî olarak uzayan demiryolu, Sakarya Nehri ve şosenin solunda ve Geyve istasyonuna takriben dört kilometre mesafede bulunmaktadır.
Bu mahallelerden asıl “Yılanda” namı verilen ve seksen dört hâneden ibaret bulunan birincisi Gözcütepe’nin eteğinde mahdud ve oldukça müstevî*** bir arazi üzerindedir. Yılanda’nın takriben bir kilometre garbı şimâlisinde mebnî**** on hâneli Alibeyler mahallesi bunlardan ikincisini, heyelân mıntıkası dahilinde ve Yılanda’nın şimalinde bulunan on sekiz hâneli Cumalı mahallesi de üçüncüsünü teşkil ediyor. (Resim 5-6)
İzmit ve Gemlik Körfezleriyle bunların temâdî***** si farzedilen Sapanca ve İznik Göllerinden müteşekkil iki münhatt****** mıntıka arasında yükselen ve garpta Bozburun’dan bed’******* eden mültevî******** silsilei cibâl********* Sakarya Vadisi’ne dayanmakta
*ârz(a. i.) : 1. en, genişlik. 2. astr. Enlem. arz-ı cenûbî : güney enlem.
arz-ışimâlî: kuzey enlem.
**tûl (a. i.) : 1. uzunluk, boy. 2. zaman çokluğu, uzun müddet. 3. astr. boylam, fr. longitude
tûl-u şarkî : doğu boylamı.
***müstevî (a. s. sevî’den) : 1. düz, her tarafı bir. 2. geo. düzlem.
****mebnî (a. s.) : 1. binâ olunmuş, yapılmış, kurulmuş. 2. bir şeye dayanan. 3. ...den dolayı, ...deb ötürü.
*****temâdî (a. i.) :sürme, sürüp gitme, uzama, devâmedegelme.
******münhatt (a. s.) : inhitât eden, aşağı inen; alçak; çukur.
*******bed’ (a. i.) : başlama, başlayış.
********mültevî (a. s.) : iltivâ eden, bükülen, sarılan, eğilen; eğrilmiş, eğri büğrü.
*********cibâl (a. i. cebel’in c.) : dağlar.
ve tekrar nehrin sağ sahilinden itibaren ayni istikamette şarka doğru devam etmektedir. Bu silsilenin şuabâtından* şimalde Gökdağ ile heyelân sahasının garbında irtifâ’ı bin metreyi tecâvüz etmeyen müteaddit** tepeler mevcuttur. Heyelân sahası bunlardan 640 râkımlı
Alidede ve 645 râkımlı Akkaya tepelerinin şarkında ve Sakarya’ya kadar imtidâd*** eden sathı mâil üzerinde bulunuyor. Buradan da Açma, Kavaklı ve Acıelma nâmları verilen sel yatakları Sakarya’ya doğru amûden**** müntehî***** olmakdadır. (Resim 1-2-3)
2- Heyelân Mıntıkası :
Heyelânı âhirden müteessir olan mıntıka, Sakarya’nın sağ sahiline düşen Değirmendere ile aynı sahildeki şimendöfer hattının 152’nci kilometresinin tam karşısına müsadif****** ve şoseye müntehî olan Açmaderesi’nden bed’ ile Şerbetçi bayırı – Çamlıkdüzü – Tellitepe – Göktarla – Kocadoruk – Fındıklı pınarı – Çavuşoğlu Kayası’nın arkasındaki tepe – Karaca Ali tepesi – Alidede – Kayabaşı – Alibeyler köyü – Gözcütepe – Zağferan*******lı tepesi – Bekçi tepesi – Kavaklı’dan şosede nihayet bulmaktadır. İşbu mıntıkanın haricinde ve Akkaya tepesi
– Keme doruğu – Kızıltepe – Sülüklü tepesi – Kara Haliller – Devecioğlu bayırından şimendöfer hattına doğru Yarmakaya’ya kadar devam eden saha dahilinde ve hatta Sakarya’nın sağ sahilindeki Ortaköy tepeleri altında bulunan Epçeler, Akkaya ve Dere köyleri civarında kadim zamanlara ait âsârı heyelâniyeye tesadüf olunmuştur.
*şuabât (a. i. şu’be’nin c.) : şûbeler, bölükler, kısımlar, takımlar; dallar, budaklar.
**müteaddid (a. s. aded’den) : taaddüdeden, çoğalan, çok, birçok, birkaç, türlü türlü.
***imtidâd(a. i. medd’den) : 1. uzama, uzanma; uzun sürme. 2. astr. uzay, fr. espace (bkz : fezâ’).
****amûden (a. zf.) : dik olarak, boyuna.
*****müntehî (a. s. nihâyet’den) : 1. nihayet bulan, sona eren, biten. 2. son, en son. 3. bir şeyi tamamlıyan.
******müsadif (a. s. sudûf’dan) : tesâdüf eden, raslıyan, rasgelen.
*******za’ferân (a. i. c. : zeâfir) : safran.
Edvâr-ı kadîmede* büyük mikyasta bir çok tektonik hâdisâta sahne olan bu dağlık mıntıkada heyeti umumiyesiyle bir hilâl şeklini andıran ve bâlâda mezkûr heyelân sahasının garbını tahdit eden müteaddit tepelerin vaktiyle irtifa ve meyilleri pek fazla iken şedit** i’tikâlât*** tesiriyle bunlar büyük parçalara ayrılarak pek uzak mesafelere kadar sürüklenmiş bulunduğunu elyevm**** sathı mâil üzerinde mevcut binlerce ton sıkletindeki müteaddit cesîm kaya kütlelerinden istidlâl***** olunmaktadır. Ezcümle heyelân sahasının garbındaki dik yamaçların eteklerinde şimalden cenûba doğru hemen bir hattı müstakîm****** teşkil edecek surette sıralanan ve bünye, terkip ve manzaraları itibariyle de yekdiğerinden külliyen farklı olan Çavuşoğlu, Görük, Yukarıköy, Karaerikler, Kayabaşı, Yarıkkaya nâmlarıyla mevsum******* cesîm suhûr kütleleri bu zannımızı takviye etmektedir. (Şekil 2, Resim 10-11- 12)
Heyelân sahasının şimal ve garp kısımlarında top ağaçlı çalılıklarla mestûr******** ve Açma, Kavaklı, Acıelma sel yataklarının mehaz********* havzalarını teşkil eden son derece meyilli yamaçlar bulunmaktadır. Bu ağaçlı yamaçların bazı aksamı tarla açılmak üzere tahrip edilmiş, aksâmı sâiresini de karye mahallâtına yakın bulunmasına rağmen taht-ı türâbın********** sert kayalardan müteşekkil olması dolayısıyla haliyle terk edilmiştir. Kezâlik asıl Yılanda mahallesine hâkim olan 340 râkımlı Gözcütepe ile şarkındaki bir takım ufak tepecikler çalılıklarla mestûr bulunmaktadır. (Şekil 2, Resim 2)
3-Heyelânsahasıyla civarındaki arazinin bünye ve teşekkülâtı jeolojiyesi :
Müteheyyil*********** mıntıka,teşekkülâtı arziye noktai nazarındantamamiylerüsubî************olup
*edvâr-ıkadime : eski devirler.
**şedit : şiddetli
***i’tikâl (a. i. ekl’den. c. : i’tikâlât) : erozyon
****el-yevm(a. zf.) : bugün, bugünkü günde; hâla, henüz, şimdi, şu anda, şimdiki zamanda. (bkz : el- hâletü hâzihi).
*****istidlâl (a. i. delâlet’den c. : istidlâlât) : bir delîle dayanarak bir şeyden bir netice çıkarma, delil ile anlama.
******müstakîm(a. s. kıyâm’dan) : 1. doğru, düz, dik. 2. temiz, namuslu, doğru.
*******mevsum(a. s. vesm’den) : isimlendirilmiş, ad verilmiş.
********mestûr (a. s. setr’den) : setrolunmuş, örtülü, kapalı, gizli.
*********me’haz (a. i. ahz’den c. : meâhiz) : bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer; kaynak.
**********taht-ı türâb: toprak altı.
***********müteheyyil: heyelân eden.
************rüsubî: sedimenter.
katiyyen bürkâni* değildir. Zira saha-i tetkikatımızda, hattâ mücâvir tepelerden müntakil muhtelif cesâmette müdevver** ve zaviyeli çakıllar arasında bile zamanı sâlis*** mahsûlâtı indifaiye****si olan suhûr-u bürkâniye nümûnelerine tesadüf edilmemiştir.
Heyelân sahası dahilinde nazara çarpan rüsûbî cesîm kütlelerden başlıcaları Karaerikler, Yukarıköy, Görük Kayalarıyla Çavuşoğlu Kayası’dır. Bunlardan ilk üçü yekdiğerinden takriben yüz elli ilâ iki yüz metre mesafe ile bir müselles***** teşkil etmektedirler.
Yeşilimtrak renkli olan bu kayalar fazla miktarda kils******i ve nisbeten daha az miktarda kili muhtevî marnlardan ibarettir. Bunlara marn-ı kilsî******* demek daha doğru olur (Resim 11). Bu üç kayadan bilhassa Karaerikler Kayası’nda, derûnuna dahil olan suların tesiriyle marnın inbisât******** ederek müteaddit yerlerden çatlamış olduğu ve ayni zamanda da delk ü temâs********* neticesi olarak ve çatlayan aksâm satıhlarının tamamiyle mücellâ********** olduğu görülmüştür. Bu çatlama keyfiyeti, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde çıkan ve alelekser*********** krom yataklarını teşkil eden yeşil renkli (serpantin) namındaki sahrelerde aynen müşâhede olunmaktadır. Esâsen bu marnların, terkîbi bilmâ- ı************ silisit mağnezyum olan serpantinlerle bâzı noktalarda temas ettiği de anlaşılmaktadır. Zira saha-i heyelânın muhtelif yerlerinde vukûa gelen inhidamlar dolayısiyle mahdut miktarda ve yeknazarda kömüre müşabih koyu renkli serpantin damarları meydana çıkmıştır ki bunlar pek kadim devirlere âit bir serpantin indifâı dahiliyesinin lakolit kollarına âid olduğu tahmin edilmektedir. Marnların derûnunda mainülvücuh************* şeklinde kalsit billûratıyla
*bürkâni (a. s.) : yanardağa mensup, volkanik.
**müdevver (a. s. devr’den) : yuvarlak, tekerlek, değirmi.
***zamanı sâlis : üçüncü zaman.
****mahsûlât-ı indifaiye : magmatik oluşuklar.
*****müselles (a. s. selâse’den) : i. geo. üçgen, fr. triangle.
******kils (a. i.) : kireç, kireç taşı.
*******kilsî (a. s.) : kireç taşı yapısında olan.
********inbisât (a. i. bast’dan) : 1. yayılma, açılma, genişleme. (bkz. tevessü’). 2. iç açılma, ferahlık.
3. fiz. Sıcaklığıntesîriyle mâdenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması, genleşme. fr.
dilatation
*********delk ü temâs : sürtme ve dokunma.
**********mücellâ (a. s. cilâ’dan) : cilâlı, parlatılmış, parlak.
***********ale-l-ekser (a. zf.) : çok vakit, çokluk. (bkz : ekseriyyâ) ekseriyyâ (a. zf.) : çok defa olarak, çok zaman; sık sık.
************bilmâ-ı (a. zf.) : kim. su veyâ hidrojeni bulunan mânâsına hydro karşılığı.
*************mainülvücuh : vecihlerin main şeklinde olması (main : eşkenar dörtgen.)
damarları mevcut olup bu da sırf daha evvelki zamanlarda vukûa gelen çatlakların karbonit kalsiyumu hamil suların teressübatıyla imlâ edilmiş* olmasından ibarettir. Yukarıköy Kayası civarında meydana çıkan serpantiniye müşabih bir sahre üzerinde mainî üş-şekl markazit (kibrit-i hadîd) veya beyaz pirit teressübatı billûriyesine tesadüf olunmuştur (Resim 9-10).
Çavuşoğlu Kayası’na gelince : Cumalı köyünün garbına tesadüf eden bu cesîm kütle rengi kırmızı, intisacı şistî ve terkîbi karbonit kalsiyum olan rüsubî bir sahreden müteşekkildir.
Renginin kırmızılığı terkibindeki humz-u hadîd**den mütevellittir. Şistiyeti ise, sahrenin
rüsubî olmasından ziyade biraz aşağıda bahsedeceğimiz Tellitepe’yi teşkil eden suhûr-u müstahîle*** ile temas etmesi ve istihâle**** hadisesinin taht-ı tesirinde bulunmuş olmasındandır. Biz bu sahreye “hadidî kalkşist” namı vermeği münasip gördük. Bu sahrenin de derununda bir çok kalsit damarları mevcuttur ki bunlar taşın kırmızı zemini üzerinde pek bariz bir surette nazara çarpar şistî kalkerin diğer bir hususiyeti de tahallül***** tesiriyle sathen kırmızı rengini zayi edip beyazlaşmıştır. Yukarıda beyan olunduğu veçhile Çavuşoğlu Kayası da aynı istikamette bulunan yüksek tepelerden yuvarlanmıştır. Zîrâ bu tepeler kısmen ayni sahreden müteşekkildir. Heyelân mıntıkası dahilinde bu kayalardan başka ufak kıt’ada köşeli ve müdevver çakıl halinde muhtelif-ül cins bir çok taşlar daha mevcuttur ki bunlar başlıca gnays, mikaşist, konglomera, puding, kesif kalker, mermer, gre yani kum taşlarından ibarettir. Bu taşların büyük bir kısmı mıntıkanın tarafeyn******indeki tepelerden
*imlâ edilmiş : doldurulmuş.
**humz-u hadîd : demir oksit.
***suhûr-umüstahîle: metamorfik kayaçlar.
****istihâle (a. i. havl’den c. : istihâlât) : 1. bir halden başka bir hâle geçiş. 2. başkalaşma. fr. métamorphose.
*****tahallül (a. i. hall’den c. : tahallülât) : 1. hallolma, cüzüleri birbirinden ayrılma. 2. kim. ayrışma.
******tarafeyn: iki taraf.
sürüklenip geldiği için şimdi bu tepeleri teşkil eden sahrelerden sırasıyla bahsedelim :
Heyelân mıntıkasının şimalini tehdit eden ve Sakarya’ya kadar amûden uzanan Tellitepe başlıca gnays, mikaşist, serisitli şist ile amfibollü, kilsî, marnî ve gadarî* şistler gibi sırf suhûr- u müstahîleden müteşekkildir. Bu tepeye (telli) denilmesi, halkın balık kursağı namını verdikleri beyaz mikanın (müskovit) tabakâtı derûnunda kesretle** bulunmasından kinâyedir. Tepenin bazı cihetlerinde parıldayan bu mikalar tahallül tesiriyle şeffafiyetlerini gâib ederek sarımtırak bir renk almakta ve (serisit) namıyla mevsum diğer bir mikaya tahavvül etmektedir. Bunların lems***i desemî****dir. Gnayslar ve müskovit billurâtından mürekkep olup sahrenin güzel kırmızımtrak bir renk veren feldspatın ortoz cinsidir.
Teşekkülâtı itibariyle Bursa ve İzmir vilâyetlerinin muhtelif arâzisine ve bilhassa Keşiş Dağı*****’na müşabih olan Tellitepe ile daha şimalindeki araziyi tetkîkimiz esnasında buraların, zamân-ı iptidâî veya zamân-ı evvel****** gibi en eski ezmine*******-i jeolojiyeye âit olduğunu anlayarak tabakâtın istihalesine, yani hem indifâî sahreler gibi billûrî ve hem de rüsubî taşlar gibi mutatabbık******** olmasına sebep olan kütlei indifâiyeyi arayıp bulmak lüzumunu hissettik. Bulacağımız kütlei indifâiyenin de bazalt, trakit ve andezit gibi sinnen********* yeni olan suhûr-u bürkânına değil belki granit, siyenit veya diyorit gibi tarih-i indifâı pek kadîm ve heyelân mıntıkası tabakâtı rüsûbiyesinden milyonlarca sene evvelki teşekkülâta âit sahrelerden müteşekkil olması îcâb
*gadâr : yumuşak / yapışkan çamur.
**kesretle : çoklukla.
***lems (a. i.) : el ile dokunup duyma, el ile tutma; dokunma ile duyulan.
lemsiyyet(a. i.) : bir cisme, bir mâdene parmakla dokunmaktan meydana gelen his.
****desemî (a. s.) : yağlı
*****KeşişDağı : Uludağ
******zamân-ı evvel : birinci zaman
*******ezmine (a. i. zamân’ın c.) : anlar, vakitler, çağlar. (bkz. : ezmân). ezmân (a. i. zamân’ın c.) : vakitler, anlar, çağlar [dilimizde az kullanılır.].
********mutatabbık : tabakalanmalı.
*********sinnen : yaş olarak
ediyordu.Filvaki* Tellitepe’nin şimalindeki tepelerde taharriyat** icra ederek bunların muhtelif mahallerinde sathen tahallül ve tecezzi*** etmiş, kuvars, ortoz ve amfibolden mürekkep graniti bulduk (Şekil–2). Oldukça cesîm kütleler halinde olan bu granit gerek terkibi ve gerek manzarası itibariyle Mısır’da Assuan Dağı’nda çıkan ve Sultan Ahmet’teki Dikilitaş’la bazı camilerdeki sütunları teşkil eden amfibollü granitin ayni olup kırmızımtrak bir zemin üzerindeki beyaz ve yeşil benekleriyle en makbul granitlerden ma’dut****tur. İşbu
granitin bulunması arazinin vaziyeti jeolojiyesi noktai nazarından büyük bir müşkülümüzü hal etmiş ve tabakâtın sureti tevazzû’*****unu da daha aşağılarda zikredeceğimiz veçhile izah etmiştir.
Mıntıkaimüteheyyilenin cenup ve cenûbu şarkîsine tesadüf eden arazideki kayalarla ufak tepeler, cümlesi rüsubî olmak üzere diğer cins sahrelerden müteşekkildir. 358 râkımlı Kayabaşı mevkiindeki kütle sırf konglomeradan, Yarıkkaya kesîf ve sincâbî renkli kalkerler ile beyaz mermerlerden, Gözcütepe ise kısmen kalker ve kısmen şistî ve marnî grelerden mürekkeptir.
Kayabaşı konglomerası, müdevver çakılların kilsî bir çimento ile yekdiğerine merbut****** bulunması itibariyle bir “puding”dir. Çakılları alelekser ufaktır. Mamâfih yumruk cesametinde ve hattâ daha büyük kıt’a*******da olanlarına da tesadüf edilmiştir. Bir mıntıkada bu nevi’ sahrenin mevcudiyeti – çakılların tamamiyle müdevver olması itibariyle – vaktiyle
oralarda büyük bir su cereyân********ı olduğuna delâlet eder. Bu kütlenin de diğerleri gibi daha yukarılardan sükût ettiği kabul olunduğu takdirde edvâr-ı
*fi-l-vâki’ (a. zf.) : vâkıa, hakîkaten, gerçekten.
**taharriyyât (a. i. taharrî’nin c.) : aramalar, araştırmalar, araştırılmalar, aratmalar.
***tecezzi (a. i. cüz’den) : [aslı : “tecezzüv”dür.] (bkz. : tecezzüv). tecezzüv (a. i. cüz’den) : kısım kısım bölünme, doğranma, ufalma.
****ma’dûd (a. s. add’den) : sayılı, sayılmış.
*****tevazzû’ (a. i.) : konulma, konuluş.
******merbût (a. s. rabt’dan) : 1. raptolunmuş, bağlanmış, bağlı. 2. ulaşmış, bitişmiş, bitişik. 3.
iliştirilmiş, eklenmiş. 4. bağlı. (bkz. : vâ-beste)
*******kıt’a (a. i. c. : kıtaât) : parça, bölük, cüz.
********cereyân (a. i.) : 1. akma, akım, geçme. 2. gidiş, hareket. 3. olma, oluş.
kadîmede bir su cereyanının yatağını teşkil eden bu mahallin tektonik hâdisât tesiriyle ne derece yükseldiği hakkında bir fikir edinilebilir.
Yarıkkaya sahresi tam ma’nâsıyla bir kalkerdir. Hattâ bu kayanın civarında beyaz mermerlerden mürekkep ufak kütleler bulunduğu gibi içlerinde sincabî renkli ve litografya kilsi* kadar kesif olanlar da vardır. Bu sonuncuların derûnunda cüzi miktarda manganez teşeccürât**ı görülmüştür.
Gözcütepe ise marnlı grelerden müteşekkildir. Bu grelerin intisac***ı şistîdir. Tepenin bazı yerlerinde Yarıkkaya kalkerlerine de tesadüf edilmiştir.
Heyelân mıntıkasıyla civarındaki arazinin toprakları, ber vech-i bâlâ**** zikredilen muhtelif sahrelerin tahallül ve tecezzisinden mütehassıl olduklarına göre Tellitepe müstesnâ olmak üzerine cümlesi marnî ve kireçlidir. Pek cüzi miktarda kumu muhtevî olan bu marnlı topraklarda bilhassa kile nisbetle kireç daha fazladır. Yalnız suların ve nebâtâtın tesirâtı kimyeviyesiyle arâzinin aksâmı sathiyesinde kils miktarının mürûru zamanla tedricî bir surette tenakus etmesi mutavassıt derece kâbili ziraat toprakları vücûda getirmiştir.
İşbu sahrelerden mürekkep tabakatın sureti tevazzû’u ile sinni nisbilerinin ta’yînine gelince: Yukarıda beyan olunduğu üzere granitle suhûr-u müstahile serîsi zamân-ı iptidâî ve zamân-ı evvele âittir. Bunların üstünde sırasıyla kırmızı kalkşist, marn, marnlı gre, konglomera ve kesif kalkerden ibaret rüsubî tabakalar tevazzû’ etmiştir. Yalnız bu tabakalar granit kitlei indifâiyesinin terfî’i tesiriyle ufkiyetlerini muhafaza edemeyip satha nazaran şâkûle yakın bir vaziyette bulunmaktadırlar (Şekil-1).
*litografya kilsi: litografya kalkeri (kireç taşı).
**teşeccür(a. i.) : 1. ağaçlaşma, ağaçlanma. 2. kim. billur cisimlerin ağaç şeklinde birleşmesi. teşeccürât : ağaçlanmalar
***intisac : doku.
****ber vech-i bâla : yukarıda olduğu gibi.
Şekil-1 şematik bir tarzda yapılan şekilde görüldüğü veçhile terfî’ hâdisesi tesiriyle tabakatın bidayette yekdiğerine muvâzî bir surette kavisler veya tâ’bîr-i âhirle iltivalar hasıl ettiği bilâhare, noktalarla gösterilen üst kısmın avâmili hariciye tesiriyle i’tikâle dûçar olarak meydanda kalmadığı anlaşılmaktadır. Yalnız, bütün edvâr-ı jeolojiyede terfî’ ve inhidam* hadiselerine sahne olan bu tektonik mıntıkada tabakât tamâmiyle bu vaziyeti muhafaza edemeyip birbirine karışmış inşikâk hadiseleri de tabakatın bu tarzda herc ü merc** olmasına ayrıca yardım etmiştir.
Granit ile suhûr-u müstahile üzerinde tevazzû’ eden rüsubî sahreler derûnunda, müteaddit
taharriyatımızarağmen ufak bir müstehase*** parçasına bile tesâdüf edilmemiştir. Binâenaleyh**** bunların sînni nisbîlerinin tam ma’nâsıyla ta’yîni mümkün olamamıştır. Elde mevcut bir iki jeoloji haritasında bu mıntıka kısmen zamân-ı iptidâî*****ye ve kısmen de devri tebeşir-i ulyâ****** ya âit olmak üzere gösterilmektedir. Burada zamân-ı iptidâî arazisinden maksat granit, gnays ve mikaşistlerdir ki bunlara Çavuşoğlu sahresini de ilâve etmek zannımızca muvafık olur. Müstehâsâtdan ârî olan tabakât ise yalnız tebeşir devrinde değil, her devre âit arazide tesadüf edilebilir. Mâmâfih marnların tebeşir devrinin tabakâtı fevkâniye*******sine aidiyeti kabul edilse bile herhalde puding ve grelerin ve bilhassa kesif kalkerlerin sinleri muhtelif mahallerdeki tecârüb******** ve müşâhedâtımıza istinâden zamân-ı salis olduğunu beyan edebiliriz.
*inhidâm(a. i. hedm’den c. : inhidâmât) : yıkılma, harap ve virân olma.
**herc : karışıklık (farsça: gürültü, nizamsızlık).
herc ü merc : karışıklık, dağınıklık, alt üst, karmakarışık, allak bullak, darmadağınık, darmadağınıklık.
***müstehase: fosil.
****binâen-aleyh (a. zf.) : bunun üzerine, bundan dolayı.
*****zamân-ı iptidâî : ilk zaman veya Antekambriyen (Cryptozoik üst zaman)
******ulyâ (a. s.) : pek (daha, en, çok), yüce. tebeşir-i ulyâ : Üst Kretase (L. Creta = Tebeşir)
*******tabakâtı fevkâniye: üst tabakalar
********tecârüb : tecrübeler.
- – İklim :
Geyve ve civarı, İç Anadolu büyük yaylası muhitinde ve Sakarya vadisiyle Karadeniz’e açılan geçit medhalinde bulunması dolayısıyla iklim noktai nazarından bir hususiyeti haizdir. Anadolu’nun şimâl-i şarkî rüzgârı Geyve boğazına gelince Sakarya vadisinin i’vicacât*ına tâbî’ olmakta ve sevk ettiği su buharıyla mahmul kütlei nesîmiye**, vadinin tarafeyninde bulunan silsile-i cibâl üzerine çarparak kısmen rutubetini teressübâtı cevvîye*** (yağmur, kar ilh.****) halinde dağlar üzerinde terk ederek Geyve ovasına vasıl olmaktadır.
Denize yakın bulunmasına rağmen mıntıka, sühûnet***** tahavvülü noktai nazarından berrî bir iklîmi andırmaktadır. Buralarda yaz mevsimi tamamiyle sıcak ve kurak geçer. Başlıca yağmur ve kar mevsimi ilk baharla kıştır. Bu itibarla iklim Boğaziçi iklimine müşabihtir. İlk bahar müddeti az olup yaz sıcakları nisanda hükümfermâ olmağa başlar. Yılanda’da 1339 Ağustos 17’de yapılan suhûnet tetkîki neticesinde harâret******in :
kablettulû’******* saat beşde 17o
altı buçukta 18.5o
üçte 26.5o olduğu görülmüştür.
Bazen şimâl-igarbî ve cenûbu şarkî istikametinde esen rüzgârlar yaz mevsiminde sağanak yağmurları vücûda getirmektedir. Nitekim 1339 Ağustosun on üçüncü günü bâd ez- zevâl******** saat üçte mıntıkayı tetkikimiz esnasında böyle bir sağanağa maruz kaldık.
*i’vicâc (a. i. c. : i’vicâcât) : 1. eğri büğrü olma, eğrilme. 2. doğru hareket etmeme.
**nesîm(a. i.) : 1. hafif rüzgar 2. s. hoş mülâyim. 3. müz. mürekkep makamı kütlei nesîmiye : rüzgar kütlesi.
***cevv(a.i.) : hava, boşluk. (İlm-i ahvâl-i cevv : meteoroloji.)
cevv-ihevâ : hava boşluğu.
cevv-ikabûd : mavi boşluk, gökyüzü.
cevvî, cevvîye (a. s.) : arzın etrafındaki boşlukla ilgili. teressübât-ı havâiyye : meteor. yağış
****ilh. : ilâ âhir (sonuna kadar)
*****sühûnet (a. i.) : sıcaklık, kızgınlık. (bkz. harâret).
******harâret (a. i.) : sıcaklık.
*******kablettulû’ : gün doğmadan
********bâdez-zevâl : öğleden sonra
Geçen sene, takriben yarım asırdan beri köylülerce vukûu derhâtır edilemiyecek bir surette şiddetli ve devamlı olarak yağan ve hazîran iptidasından bed’ ile bilâ inkıtâ’ beş ay nüzûl eden yağmurlar, son heyelân hâdisesinin vukûunda büyük bir âmil olmuştur. Kezâlik diğer senelere nisbetle geçen sene daha fazla miktarda kar yağmıştır.
- – Heyelânın bidâyeti zuhûr*u ve tarzı cereyânı :
Heyelân hâdisesi ilk defa olarak 16 Teşrînevvel** 338 pazartesi günü Cumalı köyünün garbında Karaağaç mevkîinde köylüler tarafından hissedilmeğe başlanmıştır. 19 Teşrînevvelde köyün Tellitepe’ye temas eden kısmı yirmi beş santimetre kadar çökerek ilerlemiş ve 24 saat zarfında bu ilerleme keyfiyeti bir metreyi tecavüz etmiştir. Ayni zamanda inhidamlar başlamış, Cumalı mahallesinin bazı evleri yıkılmış ve köyde yekdiğerinden on altı metre mesafede bulunan iki kuyudan münhedim*** hanelere yakın olan birinin tamamıyla suyu çekilmiş, caminin karşısında bulunan diğeri tebdili mevki ettiği halde elyevm suyunu mufaza etmekte bulunmuştur. Hadise bu suretle bilâ fasıla on beş gün devam ederek 3 Teşrînsânîde ikinci bir safhaya dahil olmuş ba’de yevmî on santimetre bir sür’atle beş şubata kadar devâm etmiştir. Bundan sonra üçyüz otuz dokuz senesi hazîran iptidâsına kadar yevmî takrîben bir ilâ iki santimetre kadar terakki ile git gide kuvvetini kaybetmiş ve bu tarihten itibaren tetkikâtımız zamanına kadar da sükûneti muhafaza etmiştir. Binâenaleyh mebdei heyelândan sükûnet devrine kadar geçen müddet zarfında arazi 35-40
*bidâyet-i zuhur : bir şeyin ortaya çıkması. bidâyet : başlama, başlangıç.
“OsmanlıTarihi1.c. : Medhal ile Bidayet-i Zuhur-i Osmaniyyanı ve Ahd-i Osman Han Gaziyi muhtevidir.” şeklinde bir kullanım var. (1919’da basılan Mehmed Arif ile Necib Asım’ın Tarih kitabı)
ŞarkMes’elesi(Bidâyet-izuhurundan zamanımıza kadar) Fransız yazar Edouard Driault tarafından (tercüme Nafiz Bey – 1329) yazılan bir eser.
zuhur: görünme, meydana çıkma.
**teşrîn(a. i.) : eskiden yılın onuncu ve onbirinci aylarına verilen ortak ad. teşrîn-i evvel : ekim ayı.
teşrîn-isânî: kasım ayı [kelime süryânîce olup aslı “tişrîn”dir].
***münhedim(a. s. hedm’den) : inhidâm eden, yıkılan, yıkılmış, harâbolmuş.
metrekadar Sakarya vadisine doğru sathı mâil üzerine kaymıştır. Heyelânın â’zamî sür’ati Kânûnsânî*de vukûa geldiği gibi Cumalı mahallesi en ziyâde bu ay zarfında tahrîbata dûçar olmuş ve köyün dört hânesi heyetiyle çökmüştür. Yalnız ilk heyelân alâimi üzerine köy tahliye edildiği cihetle â’zamî tahrîbatın vukû’a geldiği günde insanca zâyiât olmamıştır. (Resim 9-10-11)
Kezâlik teşrînsânî iptidasında Çavuşoğlu Kayası birkaç parçaya ayrılmış ve üç gün sonra da Karaerikler Kayası yarılarak müthiş bir tarraka** ile aşağıya yuvarlanmıştır. Yine bu zaman zarfında Yukarıköy ve Çavuşoğlu Kayaları’nda bed’ eden ve Görük kayasının bulunduğu sâbit tepe ile yekdiğerinden ayrılan iki heyelân kolu aynen cümûdiye kolları gibi bu tepenin nihayetinde birleşerek kütlei vâhide halinde vadi istikametine doğru ilerlemiştir. Yalnız bu ilerleyen kısım, heyelândan müteessir olmayan ve âdetâ birer istinat duvarını teşkîl etmiş olan Tellitepe ve Gözcütepe’lerine çarparak istikametlerini bittebdil şoseye vâsıl olmuştur (Şekil- 2).
- – Heyelânın husûsiyetleri, inhidâmat, tagayyürât :
Heyelân mıntıkasında bilhassa nazarı dikkati celbeden hususiyet vaziyeti topoğrafyanın külliyen tebeddül*** etmiş olmasıdır. İşbu tebeddülât arazinin sathında birçok çatlaklar, inhidamlar, göller vücûda gelmesi; yolların, tarlaların, bağların çarpılması, ağaçların eğilmesi, hânelerin yıkılıp harâp olması ve kısmen şosenin kapanmış bulunması suretiyle tecellî etmiştir. Arazide hasıl olan çatlaklar aynen cümûdiyye**** olduğu gibi vasat*****larda arzânî****** ve yekdiğeriyle muvazî, canib*******inde ise
*kânûn (a. i.) 1. ateş ocağı. 2. soba. 3. mangal. 4. bir şeyin tutuşup yandığı yer. 5. kış mevsiminin ilk iki ayı : (Aralık, Ocak).
kânûn-ıevvel(ilk kânun) : Aralık ayı. kânûn-ı sânî (ikinci kânun) : Ocak ayı.
**tarraka (a. i.) : gümbürtü.
***tebeddül (a. i. bedel’den c. : tebeddülât) : değişme, başka hale girme (bkz. tagayyür, tahavvül).
****cümûd (a. i.) : donukluk, donuk olma, donma. cümûdiyye (a. i.) : glâsiye, buzul.
*****vasat : orta.
******arzânî (a. zf.) : enine olarak.
*******canib : yan.
bilakis tûlânî* olup bunlar heyeti mecmuasıyla uzaktan mıntıkaya dalgalı bir deniz manzarası vermektedir (Resim–13). Bazı yerlerde de kayan arazinin sabit tepelere çarpmasıyla mütemevvic** tümsekler vücûda geldiği görülmüştür. Kayan arazinin hududuyla diğer bazı noktalarında beş ilâ kırk metrelik şakûle yakın muhtelif inhidamlar vukûa gelmiştir (Resim 7- 8-14). Alelekser münhedim mahallerde huni şeklinde ve muhtelif cesâmette gölcükler vardır. Bunlardan en büyüğü Gözcütepe’nin şimalinde münhedim mahalle tekâbül eden yerde takriben yüz elli metre muhit***inde (Resim 15-16), bir iki metre umkunda ve birçok eşcârı müsmire****yi muhtevîdir. Bir diğeri de Cumalı mahallesinin şarkındaki dutluk derûnunda ve yirmi metre muhitindedir. Bu sonuncunun derûnunda cesîm ve kurumuş bir ceviz ağacı mevcuttur.
Münhedim mahallerden şâyânı ehemmiyet olanı Karaerikler Kayası’nın şimal ve şarkında bulunmaktadır. Burada arazinin seviye farkı kırk metreyi bulur. İnhidamlar dolayısıyla birçok yerlerde açılan çatlaklardan kil çamurları fırlamıştır ki bunlar elyevm kırmızımtrak ve yeşilimtrak yumrular halinde bulunuyor. Aralarında mahdut miktarda siyahımtrak serpantin damarlarına da tesadüf edilmiştir (Resim 16-8).
Heyelâneden arazide müşahede olunan tahavvülât bilhassa mahalleleri yekdiğerine vasleden yollarla su yollarında bâriz bir surette göze çarpar. Ezcümle***** Cumalı mahallesindeki kaldırımın bir kısmı Tellitepe üzerinde sabit kaldığı halde kısmı diğeri kırk metre kadar şarkı cenûbîye kaymıştır. Bundan başka Yılanda ile Cumalı arasındaki bir kaldırım da otuz metre mesafe ile ortasından ayrılmıştır. Müteaddit yeni ve eski su yolları da
*tûlânî(a. s. tûl’den) : boyuna, uzunluğuna.
**mütemevvic (a. s. mevc’den) : 1. Temevvüceden, dalgalanan, dalgalı. Bahr-i mütemevvic : dalgalı deniz. 2. kararsız, bir kararda durmıyan, hercâi tabîatlı.
***muhit (a. s. ve i. havt’dan c. : muhîtât) : 1. ihâta eden, etrâfını çeviren, kuşatan. 2. mat., sosy. çevre.
3. Allah adlarındandır.
muhît-iArz: coğr. Dünyâ’nın çevresi. muhit-i dâire : geo. çenber, dâire çevresi. bahr-i muhît : okyanus.
****eşcâr-ımüsmire : meyva ağaçları
*****ezcümle (zf. e’zcümle : far. ez + ar. cumle esk.) : 1. kısaca, özet olarak, özetle. 2. başlıca, belli başlı olarak, esas olarak. [TDK - 2009]
1. başka şeyler arasında, başlıca. 2. bunlar arasında. [TDK – 1974]
mecrayı kadîmlerini zayi etmiştir. Kezâlik tarla ve bağların heyelândan müteessir kısımları sabit kalan aksâmından ayrılarak otuz ilâ kırk metre kadar umumî hareket istikâmetine doğru ilerlemiş ve bu suretle pek garip manzaralar arzetmekte bulunmuştur. Müteaddit cesîm ağaçlar da arazî ile beraber kayarak bazısı kâim vaziyetlerini muhafaza etmiş bazısı da az çok inhirâf*a dûçar olmuşlardır. Bu ağaçlardan birçokları da tamamen kurumuştur.
Yukarıda da zikredildiği veçhile meskence tahrîbât yalnız Cumalı mahallesinde vukû’a gelmiştir (Resim 5). Köyün Camii ile ona mücâvir iki hâne ehemmiyetsiz denilecek bir surette heyelândan müteessir olmuş diğerleri ise kısmen veya tamamen münhedim olmuşlardır.
Kayan arazinin Sakarya vadisine inen ve şoseyi mahdut noktalarda setr eden aksâmına gelince (Şekil-2) : Tellitepe’nin şoseye müntehî olan noktasında Açmaderesi’nden cenûba doğru şosenin ikiyüz metrelik bir kısmı tamamiyle kapanmış ve hattâ bu noktada şosenin Sakarya’ya kurbiyyet**i dolayısıyla kayan topraklar kısmen nehre dökülmüştür. Mesdûd*** mahalden Geyve İstasyonuna doğru 260 metre tûlünde şose müteessir olmamıştır. Bundan sonra tekrar şosenin yirmi dört metrelik kısmı kapanmıştır. Bu suretle Açma ve Kavaklı dereleri arasında heyelân cephesini teşkil eden mesafe 484 metredir. Bundan hariç hâli hazırda şoseyi tehdit etmeyen ve Kalealtı civarına müsadif ikinci bir mıntıkai heyelân mevcuttur. Cephei heyelândaki tepeciklerin meyilleri 18o ilâ 30o arasında bulunduğundan şose ve nehre vasıl olan kısmın ilerlemesi onbeş metreyi tecavüz etmemiştir.
*inhirâf(a. i. c. : inhirâfât) : 1. münharif olma, dönme, sapma. 2. doğru yoldan çıkma. 3. değişme, bozulma. 4. kırıklık. 5. astr. açılım, déclinaison. 6. fiz. sapma. fr. déclinaison. 7. kırılma, gücenme.
**kurbiyyet (o. i.) : yakınlık. [kelime, Arap grameri yönünden yanlış olmakla berâber kullanılmaktadır.]
***mesdûd (a. s. sedd’den) : seddolunmuş, kapanmış, kapalı, tıkanmış, tıkalı.
Bâb-ımesdûd: kapalıkapı.
- – Esbâbı Heyelân :
Son heyelân mıntıkası dahilinde, Çavuşoğlu ve Karaerikler gibi vaktiyle daha yukarılardan yuvarlanmış büyük kaya kütlelerinden mâ’adâ* sert ve muntazam suhûr tabakâtına tesâdüf edilmemiştir. Binâenaleyh pek eski zamanlara ait olup yukarıda şematik şekilde gösterilen tabakât, vaziyetleri itibariyle külliyen değişmiş yani kayan kütle daha ziyade, muhtelif avâmil**i i’tikâliye tesiriyle sathı mâiller üzerinde terâküm*** etmiş ufak ve büyük kalker, marn, gadâr ve sâire parçalarından mürekkep suhûr-u müteharrik****e deposundan müteşekkildir. Bizim bu tahminimizi takviye eden diğer bir keyfiyet te mıntıkanın hududundaki sabit tepelerin sırf muntazam, mutatabbık ve kısmen mütecânis***** suhûr tabakalarından mürekkep olmasıdır. Buna misâl olarak Telli ve Gözcü tepeleri zikredilebilir. Suhûr-u müteharrike deposunun kaidesinde bir kil tabakasının mevcudiyetini de inhidamlar dolayısıyla muhtelif noktalarda çatlaklar arasından harice fırlayan kırmızı ve mavimtrak renkli kil yumruları ispat etmektedir. Agleb-i ihtimal******e göre bu kil, civardaki granit ve gnaysların vaktiyle tahallül ve tecezzisi neticesi olarak teşekkül etmiştir. İmdî, arâzinin bu vaziyetine göre hadise tam ma’nâsıyla bir heyelândır. Bazı gayri mütecânis mevâdd*******dan mürekkep suhûr-u müteharrike veya müntakil********e deposundan nüfuz eden yağmur suları kil tabakasında bitterâküm bu tabakayı yumuşatarak ve hassa-i ta’cîniye*********sini tezyîd ile üstteki kısmın kaymasını temin etmiştir. Hususiyle geçen sene bilâ inkıtâ’ beş ay devâm eden yağmurlar bu hadisenin esbâbı mühimmesinden biridir.
*mâ-adâ (a. e.) : -den başka. (bkz : mâ-halâ).
**avâmil (a. s. âmil’in c.) : 1. sebepler. 2. işliyenler.
***terâküm(a. i. c. : terâkümât) : birikme, yığılma, toplanma.
****müteharrik(a. s.) : 1. hareket eden, kımıldayan, oynıyan. 2. fels., fiz. hareketli, işler.
müteharrikbi-z-zât(kendiişler): otomobil, otomat.
*****mütecânis (a. s. cins’den) : 1. bir cinsten olan (bkz : hem-cins). 2. fels. bir cinsten. 3. fiz. kim.
homogen,fr. homogéne. 4. gr. eşsesli.
******agleb (a. s. galib’den) : (daha, pek, çok) kuvvetli, en çok galip.
agleb-iihtimâl: büyük bir ihtimal.
*******mevâdd (a. i. madde’nin c.) : maddeler.
********müntakil (a. s. nakl’den) : 1. intikal eden, geçen. 2. miras kalmış. 3. ölmüş, göçmüş, göçen. 4.
karîneile, sözün gelişinden anlıyan.
*********ta‘cîn (a. i. acn’den) : yuğurma, hamur yapma, hamur hâline getirme, getirilme. hassa-i ta’cîniye : yuğurulma, hamur hâline gelme özelliği.
Acinî kil (fr. Argile plastique) : çömlekçi kili / lüleci çamuru.
Heyelâneden arazi sathındaki taraçavârî teşekkülâtı vücûda getiren inhidamların menşe’lerine gelince : bunlar evvelâ arazinin kayması suretiyle yekdiğerine nisbeten hasıl olan seviye farklarına, sâniyen taht-el arz kesif sahrelerden mürekkep mevâni’-i tabî’iye*nin mevcudiyetine, sâlisen taht-el arz mevcut boşluklara atfolunabilir. Kil tabakası üzerinde kayan arazînin sihan**ını sureti katiyede tayin etmek mümkün değilse de sabit arazî ile göçen arazî arasındaki seviye farklarından ve heyeti mecmû’asıyla tebdîli mevki eden ağaçlardan takrîbî olarak bir fikir edinmek mümkündür. Tetkîkatımız neticesinde müteheyyil kısmın sihanı sahanın inhidamlar vukûa geldiği kısmı ülyâsında fazla olup Sakarya vadisi seviyesine yaklaştıkça tenâkus*** ettiği görülmüştür.
Hâdisenin şiddetle vukûa geldiği kısmı ülyâda kitlei müteheyyilenin meyli fazla bulunduğundan müteselsilen şoseye kadar inmekte bulunan taraçavârî sathı mâil üzerine icrâ eylediği tazyîk de tedricî bir surette tenâkus etmiştir.
Sakaryasularının taht-el arz nüfuz ve tereşşuh****u ile heyelânın vukû’a geldiğini farzetmek vârit değildir.
- – Netice
Yukarıda bahsettiğimizheyelânın tevkif*****i muvakkatır. Mâ’mafih yağmurlu senelerde teressübâtı cevvîyenin miktârına göre mıntıkadaki vaziyeti topoğrafyanın değişmesi ve binlerce şukûk****** ve hunivârî çukurların
*mevâni’ (a. i. mâni’ ve mânia’nın c.) : mânîler, engeller.
tabîî(a. s.) : 1. tabîatle ilgili. 2. tabîat îcâbı olan. 3. olağan. [ müennesi : tabîiyye] [ zıddı : “sun’î”]
mevâni’-itabî’iye : doğal engeller/mâniler , tabîî engeller/mâniler.
**sihan (a. i.) : kalınlık, içi boş olan şeylerin kalınlığı. (bkz : sehânet)
***tenâkus (a. i. naks’dan c. : tenâkusât) : azalma, eksilme.
****tereşşuh (a. i. reşh’den c. : tereşşuhat) : 1. sızma, sızıntı yapma, terleme. 2. coğr. sızım, sızıntı.
*****tevkif (a. i. vukuf’dan c. : tevkifât) : 1. durdurma, durdurulma. 2. alıkoyma. 3. mevkuf (tutuklu)
hâlinde bekletme.
******şukûk(“ku” uzun okunur. a. i. şakk’ın c.) : yarıklar, çatlaklar.
mevcudiyetiyledâhile nüfuz ve tereşşuhun tezâyüd*ü, daha kat’î surette istikrârını iktisap etmemiş olan mıntıkai müteheyyilenin bazı mahallerinin az çok heyelân edeceği ihtimâlini vermektedir. Yalnız müteaddit inhidâmat, ileride vukû’u melhûz** heyelânların son heyelân şiddetinde olamayacağını ayrıca derpîş*** ettirmektedir. Zîrâ mezkûr inhidâmat mevâdı müntakile deposundan mürekkep müteheyyil arazinin mümkün mertebe yerleşmesine sebep olmuştur. Mıntıkai müteheyyile ileride heyeti mecmû’asıyla yeni bir heyelâna dûçâr olmadığı takdirde bile herhalde son heyelân hâdisesi dolayısıyla vücûda gelen avârızın tesiriyle müteaddit ufak ve mevziî heyelânlara mârûz kalacağı muhakkaktır. Binâenaleyh tamamıyla harâp olan Cumalı mahallesinin ayni mahalde tekrâr inşâsı muvafık değildir.
Mıntıkanın civârında sâbit bir arâzide köyün ihyası tasavvur olunsa bile gerek Cumalı köyüne ve gerek Yılanda’ya âit – ki tamamıyla bağ, tarla, dutluk ve eşcâr-ı müsmire bahçelerinden ibarettir – arâzînin şimdilik gayrı kâbili zer’**** ve istifade bir hâle gelmiş bulunması ve müessirâtı hâriciye ile tesviyesi pek uzun bir zamana mütevakkıf***** olması dolayısıyla Cumalı mahallesinin köylünün hayatı zirâiyelerini temîne kâfî bir mahalde tesîsi elzemdir. Bundan başka asıl heyelân sahasından hâriç, Alibeyler mahallesiyle Yılanda arasında ve Zeynep dereye müteveccih sathı mâil üzerinde ve şimâl - cenup istikâmetinde yer yer göze çarpan ve şimdilik Yılanda için ciddî bir tehlike teşkîl etmeyen ufak heyelân serpintileri vardır. Bugün ehemmiyetsiz görünen bu serpintilerden, bazı tedâbir ittihâz****** edilmediği takdirde köy ve arazisinin
*tezâyüd (a. i. c. : tezâyüdât) : artma, çoğalma, ziyâdeleşme.
**melhûz(a. s.) : mülâhaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen; olabilen. (bkz : me’mûl, muhtemel).
***der-pîş (f. b. zf.) : en önde, gözönünde bulunan. der-pîş etmek : gözönünde bulundurmak.
****gayr-i kabil : imkânsız, olamaz.
zer’(a. i. c. : zürû’) : 1. ekme, tohum saçma. 2. ekilmiş ekin.
gayrıkâbilizer’: ekilmeye uygun olmayan. (bkz : gayr-i kâbili istifâde) gayrı kâbili istifâde : faydalanılamayan.
*****mütevakkıf (a. s. vukûf’dan) : 1. tevakkuf eden, duran, bekliyen, eğlenen. 2. bir şeye bağlı olan, ancak onunla olabilen. (bkz : vâbeste).
vâ-beste (f. b. s. c. : vâ-bestegân) : ...e bağlı. (bkz : muallak, mukayyed, mütevakkıf, menût).
******ittihâz (a. i. ahz’den) : 1. edinme, edinilme. 2. kabûl etme. 3. itibâr etme, sayma, tutma. 4.
kullanma.5. kurma, düşünme, tasarlama.
müteessirolması ihtimal dahilindedir. Yapılacak ameliyyât* Zeynep deresine doğru açılacak tefcîr** ameliyyâtıdır ki bu sayede yağmur suları tabakât-ı amîka***ya nüfûz etmeden doğrudan doğruya dereye îsâl edilmiş olur.
Asıl umumî heyelânın devâm ve tekrârında Yılanda mahallesi için bir tehlike melhûz değildir. Zîrâ köyü bu tehlikeden masûn**** bırakan sâbit suhûr tabakâtından müteşekkil Gözcütepe’dir.
Son hâdisei heyelânın â’zamî bir surette tekrar devamı halinde sırasıyla şose, nehir, demiryolu ve boğazın âkibet-i melhûzesi mes’ele-i mühimmesine gelince : yukarıda şose hakkında verilen ma’lûmâttan anlaşılacağı veçhile kısmen kapanarak bilâhare hükûmet tarafından bazı yerleri açtırılmış olan sahadan mâ’adâ cephei heyelâna yakın olan aksâmı tamamiyle kapanmağa mahkûmdur. Hatta şosenin nehre yakın olan noktalarında kitlei müteheyyile Sakarya’nın ortasına kadar da ilerleyebilir.
Yoksa Sakarya’nın sağ sahilinde ve nehir seviyesinden takriben üç dört metre yüksekte bulunan şimendöfer hattı için tehlike mevcut olmadığı gibi Geyve Boğazı’nın kapanması ihtimâli de kat’iyyen vârit değildir. Şose heyeti mecmû’asıyla kapansa bile mesdûd aksâm*****ın açılarak mürûr u ubûr******u temîn etmek basit ve mümkündür.
Nehrin kapanması da zannımızca kâbil değildir. Zîrâ evvelce zikrettiğimiz veçhile kayan kütlenin şoseye mülâkî******* olduğu mahallerde meyilleri cüzi bulunduğundan Sakarya’yı dolduracak mevâd-ı müntakile mütemadiyen nehrin – bilhassa
*ameliyyât (a. i.) : 1. işleme sûretiyle, işliyerek yapılan şeyler, tecrübeler. 2. bir doktorun, hastanın bir yerini kesip tedâvi etmesi, operasyon.
**tefcîr(a. i.) : 1. yerden su kaynatıp akıtma. 2. drenaj. 3. hek. kanı veya cerâhati akıtmak için ameliyattan sonra yaranın içine delikli borular sokma.
***tabakat (“ka” uzun okunur. a. i. tabaka’nın c.) : tabakalar. amîk (a. s. umk’dan) : derin.
Bahr-iamîk: derin deniz. Fikr-i amîk : derin düşünce.
tabakât-ıamîka : derin tabakalar.
****masûn (a. s. savn’dan) : 1. saklanmış. (bkz : mahfûz). 2. sıyânet olunmuş, korunmuş, korunan. 3.
sâlim, sağlam.
*****mesdûd aksâm: kapanmış kısımlar.
******mürûr (a. i.) : 1. geçme, bir yandan girip öte yandan çıkma. 2. geçip gitme. 3. sona erme.
ubûr (a. i.) : 1. bir suyun öte yakasına geçme. 2. bir başka tarafa geçme, geçilme, atlama. Mürûr-u ubûr
: gelip geçme 3. astr. “Şi’râ-yi yemânî” denilen çok parlak bir yıldız.
*******mülâkî (a. s. lika’dan) : buluşan, kavuşan; görüşen.
ilkbahardasularınfeyezân* halindebulunmasından – cereyânı istikâmetinde nakledilecektir. Binâenaleyh şoseyi tehdîdi altında bulunduran Yılanda heyelânı nehir ve demiryolu için bir tehlike teşkîl etmemektedir.
fî**
Eylül339
Fen Medresesi İlmi arz Edebiyat Medresesi Müderrisi Doktor Kargılı Tabiî Coğrafya Muallimi
AhmetMüştak İbrâhim Hakkı
Fen Medresesi Suhûr ve Müstehâsat Muallimi
AhmetMâlik
*feyezân (a. i.) : 1. suyun taşması, coşması.
**fî (a. zf. ve e.) : 1. içinde, -de [“fîhâ” müfret müennes için kullanılır.] 2. [evvelce] târihin başına konurdu.
fî 20 teşrînevvel : 20 ekimde
Ahmet Mâlik Hakkında:
OrdinaryüsProfesörAhmetMâlik SAYAR 1892 - 1965 |
Türkiye'de jeoloji ilminin yerleşmesine, gelişmesine ve genç neslin yetişmesine okul kitapları ve yayınlariyle 45 yıl hizmet etmiş olan Ord. Prof. Mâlik Sayar, 11 Mart 1965
Perşembegünügecesi 19:00 - 20:00 civarında hayata gözlerini yummuştur. Bu yazıda hayatı kısaca özetlenecek, Türk maarifine ve üniversitelerimize verdiği emekler belirtilecek ve bazı hususiyetleri açıklanacaktır.
Ord. Prof. Mâlik Sayar, 1892 yılında İstanbul'da, Çamlıca'da doğmuştur. Babası meşhur Matematikçi Salih Zeki Bey’dir. Galatasaray’dan mezun olduktan sonra, Maarif Vekâleti tarafından açılan imtihanı kazanarak, Fransa'ya gönderilmiş ve Lyon Üniversitesinde jeoloji tahsil etmiştir. 1913 yılı sonunda yurda dönmüş, 1914-1918 tarihleri arasında Sina cephesinde yedek subay olarak vazife görmüştür. Terhis olduktan sonra, 9 Aralık 1918 de İstanbul Darülfünûn’u «İlm-i arz ve Maadin» dersi asistanlığına tâyin edilmiştir. 1919 Temmuzunda Müderris Muavini (Doçent), 1924’te de Jeoloji Petrografi ve Paleontoloji Muallimliğine terfi etmiştir, 1933 yılına kadar 15 yıl bu üniversitede çalışmış, memleketin taş ve fosillerini inceleyerek, orijinal çalışmalar, kıymetli koleksiyonlar yapmış vebinlerce öğrenci yetiştirmiştir. A. Mâlik Sayar 19 Ocak 1919 ilâ 24 Aralık 1922 tarihleri arasında Halkalı Ziraat Mektebi Âlisinde «İlm-i arz» ve «Madeniyat» muallimliği yapmış, zirai jeoloji dersini okutmuştur. 1924 Ekiminde pek az bir süre Yüksek Mühendis Mektebi Müdür Muavinliğinde bulunmuş, 1930 ilâ 1935 yılları arasında Fen Tatbikatı Okulunda ve 1933-1944 yılları arasında da İstanbul Kız Lisesinde ve Pertevniyal Lisesinde 11 yıl Tabiî İlimler hocalığı yapmıştır.
Mâlik Sayarİstanbul Darülfünûn’unda hoca iken, 16 Nisan 1921’de Damat Kenan Bey’in Türkiye'den ve Mühendis Mektebi Âlisinden ayrılması ile yerine üniversitemizin temeli olan bu mektebe «İlm-i arz» dersi muallim muavini unvaniyle tâyin edilmiş ve 1924’te de muallimliğe terfi ettirilmiştir.
1944 yılında Yüksek Mühendis Mektebi’nin Teknik Üniversite haline gelmesiyle A. Mâlik Sayar, İnşaat Fakültesinde Jeoloji Profesörü olarak bütün çalışmasını üniversitemize, hasretmiş bir genç gibi zevk ve titizlikle uğraşarak jeolojinin gelişmesine, yeni laboratuvar ve kürsülerin oluşmasına, Maden Fakültesinin kurulmasına büyük bir emek vererek çalışmış, 1953 - 1955 yılları arasında Maden Fakültesi Dekanlığını yapmış ve 1954 yılında Ordinaryüslüğe yükseltilmiştir. Emekliye ayrıldığı 1963 yılı sonuna kadar 42 yıl, bu müessesede İlm-i arz ve Madeniyat, Jeoloji, Jeoloji-Mineraloji, Petrografij Paleontoloji ve Tatbikî Jeoloji derslerini okutmuş, kürsülerini yönetmiştir. Bütün hayatı boyunca muhtelif öğretim müesseselerinde 45 yıl, genç neslin yetişmesine büyük bir titizlik ve emek vererek çalışmış, Türk maarifine ders ve yayınları ile hizmet etmiştir.
Ord. Prof. Mâlik Sayar ders kitapları ve yayınları ile Türk maarif hayatına büyük hizmetleri dokunanlardan biridir. Bizler, bizden evvelki ve sonraki nesiller, liselerde A. Mâlik Sayar'ın yazmış olduğu «Arziyat» ve «Jeoloji» adlı kitabı okumuştur. 1924-1950 yılları arasında 26 yıl Türkiye'de bütün liselerde okunan tek jeoloji ders kitabı Mâlik Bey’in yazmış olduğu veya diğer meslektaşları ile (A. Tevfik Gökmen veya Mâlik Ongan'la beraber) hazırlamış bulunduğu kitaplardır.
Darülfünûn ve üniversite öğrencileri için yazmış olduğu ders kitapları: «Madeniyat ve Arziyat», «Mineraloji ve Jeoloji», «Bayındırlık işlerinde Jeolojinin Yardımı», «Paleontoloji»,
«Türkiye Mermerleri» müteaddit defalar basılmış olup, bugün dahi birçok öğrencilerin ve
mühendislerin faydalandıkları eserler arasında yer almaktadır.
Ord. Prof. Mâlik Sayar’ın yazmış olduğu ders kitaplarından başka, yirmiye yakın orijinal çalışma, araştırma ve inceleme yayınlamıştır. Bunlardan bilhassa omurgalı hayvan fosilleri üzerindeki neşriyatı Avrupa literatürüne girmiş ve Türkiye’de bu tip çalışmaların öncülüğünü yapmıştır. Malik Sayar tabiî ilimlerden başka boş zamanlarında eski paralarla (bilhassa Frikya
ve Helenistik çağı Yunan paraları) uğraşmaktan zevk alır ve koleksiyonlar yapardı. Bu konularda tarih mecmualarına makaleler yazmıştır.
Burada, Ord. Prof. Mâlik Sayar'ın birkaç kelime ile bazı hususiyetlerinden de bahsetmek isterim. Mâlik Bey temiz kalpli, titiz tabiatlı, hoş sohbet, zevki selim sahibi, çabuk kızan fakat kin tutmıyan, her şeyi yüze söyliyen, arkadan lâf etmeyi sevmiyen, olduğu gibi görünen bir insandı. Kimseye fenalık yapmazdı, belki de fenalık yapmak elinden gelmezdi. İnsanların iyiliğini istiyen ve gençlerin yetişmesini gönülden arzu eden bir insandı. Eski eserlere zaman zaman taşa, tabağa, zaman zaman pula, paraya merak saran ve güzel koleksiyonlar yapan ve bunları göstermekten, kıymetlendirmekten zevk alan bir insandı.
Ord. Prof. MâlikSayar'ın Yayınları
- — (1920) : İlm-i Arzı zirai Matbaai âmire taş basması, (Halkalı Ziraat Mektebi Âlisi 1. sınıfında okutulan dersin notları) 80 sayfa, 40 şekil.
- — (1920) : Anadolu İlm-i Arz haritası, 1:1 500 000 ölçekli renkli, (Damat Kenan Beyle beraber).
- — (1921) : Boğaziçi'nin jeolojik teşekkülâtı, Aylık Yeni Ziraat Gazetesi no. 2, 1 Haziran 1921, İstanbul.
- — (1924) : İstanbul Boğazı'ndaki volkanik satirden Aylık Yeni Ziraat Gazetesi, no. 225, 1
Şubat 1924, İstanbul.
- — (1924) : İstanbul Boğazı'ndaki trakit ve andezitler, Aylık Yeni Ziraat Gazetesi, no. 235, 1
Mart 1924, İstanbul.
- — (1924, 1927) : Arziyat, T.C. Maarif Vekâleti Neşriyatı, İstanbul Matbaai Âmire, (Orta okulların üçüncü sınıfında okutulan ders kitabı), 156 sayfa, 113 şekil.
- — (1924) : Geyve civarında Yılanda heyelanı, Maarif Vekâleti Neşriyatı, no. 52, İstanbul, (İbrahim Hakkı Akyol, Ahmet Müştak ile beraber).
- — (1926) : Madeniyat ve Arziyat, T.C. Mühendis Mektebi Kütüphanesi İstanbul Millî Matbaa, büyük 464 sayfa, 669 şekil, (Darülfünûn ve Mühendis Mektebinde okutulan ders kitabı).
- — (1930) : Sürmene ve Of mıntakasının jeolojik teşekkülâtı ve petrografik bünyesi, İst. Darülfünûn’u Fen Fak. Jeol. Enst. Neşriyatı, no. 4, sayfa: 1039-1050, 4 şekil, (Doğu Karadeniz'de, Araklı - Rize arasında 1929 Temmuzunda husule gelen genç taşkın ve heyelanı esnasında toplanan kültelerin etüdü).
- — (1932) : Mineraloji ve Jeoloji, İstanbul Darülfünûn’u Fen Fakültesi neşriyatı, Devlet Matbaası, İstanbul, 670 sayfa, 735 şekil.
- — (1933) : Une faune de Vertébrés miocènes près d'Istanbul, C. R. Soc. Gêol. France, (H.
N. Pamir ile beraber).
- — (1933) : Küçükçekmece Fosil Fıkralı Hayvanlar Mecmuası (Hamit Nafiz Pamir'le
beraber), (Vertébrés fossiles de Küçükçekmece), İst. Darülfünûn’u Jeol. Enst. Neşriyatı, no.
85, İstanbul,120 sayfa, 1 harita, 16 plânş, (Küçükçekmece’de bulunan Omurgalıların paleontolojîk etüdü).
- — (1934) : Jeoloji (A. Tevfik ile beraber), (İstanbul Devlet Matbaası Liselerin II sınıfında okutulan ders kitabı), 350 sayfa, 335 şekil, 1 adet Türkiye'nin renkli jeolojik haritası.
- — (1939) : Jeoloji (Mâlik Ongan ile beraber), İstanbul Millî Eğitim Basımevi, (1950 yılına kadar liselerde okutulan ders kitabı).
- — (1943) : Türkiye inşaat Taşları İ.T.Ü. Dergisi, İstanbul, yıl: I, 7 sayfa.
- — (1944) : Milâttan önce 350-280 yıllarında Anadolu, Trakya ve Makedonya’da basılan bazı altın paralar, Tarihten Sesler, Aylık Tarih Mecmuası, cilt: 29, sayı: 13-14, sahife: 3-12, İstanbul.
- — (1945): Ankara Teknik Üniversitesi alaniyle civarı yereylerinde yapılan jeolojik araştırmalar, İ.T.Ü. Dergisi, İstanbul, sayı: 3, sayfa: 92-94.
- — (1949): Mineraloji ve Jeoloji (2. baskı, 3. baskı, I960), İ.T.Ü. Kütüphanesi 188, İst.
Teknik Üniversitesi Matbaası, 720 sayfa, 748 şekil, 1:100 000 ölçekli İstanbul ve civarının jeolojik haritası ilâve edilmiştir.
19 — (1951): Bayındırlık İşlerinde Jeolojinin Yardımı ve Türkiye İnşaat Taşları Hakkında Notlar, İ.T.Ü. Kütüphanesi 266, Teknik Üniversitesi Matbaası, İstanbul, 152 sayfa, 63 şekil, (Teknik Üniversite İnşaat Fakültesi Ders kitabı, 2. baskı, 1955).
20 — (1952): Afyonkarahisar diyatomit kitlesi İ.T.Ü. Dergisi, cilt: 9, yıl: 9, sayı: 1, 4 sayfa.
21 — (1953): İstanbul civarında Üst Miosen Omurgalılarına ait yeni müşahedeler, İ.T.Ü.
Dergisi,İstanbul, cilt: 9, yıl: 9, sayı: 3, sayfa: 9-12, 4 şekil.
22 — (1955): Menfi kristal şeklindeki sivili enklüzyonlar hakkında İ.T.Ü: Dergisi, İstanbul, cilt: 11, no. 3-4, sayfa: 65-66, 6 şekil.
23 — (1955): Türkiye Mermerleri ve İnşaat Taşları. İ.T.Ü. Maden Fakültesi Yayını (K. Erguvanlı ile beraber), (2. baskı 1962), Kâğıt ve Basım İşleri, İstanbul, 156 sayfa, 55 şekil, 9 tablo, renkli 18 plânş.
24 — (1958): Paleontoloji Dersleri, 1. Fasikül: Omurgasız Hayvanlar fosilleri, İ.T.Ü. Maden Fakültesi Yayını, Teknik Üniversite Matbaası, İstanbul, 174 sayfa, 270 şekil.
25 — (1959): Présentation et étude d’un quartz à cavités de formes cristallographiques définies, Bull. Soc. Fr. Miner. Crist., LXXXII, 231-3, 4 fig.
26 — (1962): İstanbul'un surlar içindeki kısmının jeolojisi, İ.T.Ü. Maden Fakültesi Yayını, 1962 (C. Sayar ile beraber).
"Ord. Prof. Malik SAYAR 1892 - 1965", Türkiye Jeoloji Bülteni, 10 / 1-2, (Şubat 1966): 163-167
|
Prof.Dr. AhmetMâlik SAYAR (1892-1965)
Ahmet Mâlik SAYAR, 1918 yılında İstanbul Darulfünûn’u Fen Medresesi’nde (Fen Fakültesi) ‘İlm-i arz ve Maadin’dersi
asistanı olarak mesleki çalışmalarına başlamış, 1919 yılında İstanbul Darülfünûn’unda müderris
muavinliği (Doçent), 1921’de Mühendis Mekteb-i Ali’sinde Muallim (Profesör) olur.
- M. SAYAR, 1924-1944 yıllarında İstanbul Darülfünûn’unda “Suhur ve Müstehasat” (Petrografi ve Paleontoloji) derslerinin yanı sıra Mühendis Mekteb-i Âlisi ve
Yüksek Mühendis Mektebi’nde de jeoloji ile ilgili dersler verir. Türkiye Jeolojisi, mineral, taş ve fosiller üzerinde araştırmalar yapar, İstanbul’un 1/100.000 ölçekli ilk jeoloji haritasının hazırlanmasını sağlar, laboratuvarlar kurmuş ve çok değerli koleksiyonlar oluşturmuştur.
İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği, 50. Yıl Bülteni, sayfa: 21
Yorum Yazın
Facebook Yorum